İstanbul Ticaret Borsası

            

  • HABERLER
  • “HEPİMİZ MEMURİYET HEVESİNE DÜŞERSEK, BİZİ KİM BESLER?”
Başvuru Yapan: Gerçek Kişi

4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince istediğim bilgi veya belgeler aşağıda belirtilmiştir. Gereğini arz ederim.


T.C. Kimlik No (*)

:     


Ad Soyad (*)

:     


E-Posta (*)

:     


Telefon (*)

:     


Faks (*)

:     


Geri Dönüş Tercihiniz

:    


Adres (*)

:     



İstenilen Bilgi / Belge (*)

:     


(*) Zorunlu alanların doldurulması gerekmektedir.

Başvuru Yapan: Tüzel Kişi

4982 Sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu gereğince istediğim bilgi veya belgeler aşağıda belirtilmiştir. Gereğini arz ederim.


T.C. Kimlik No (*)

:     


Ad Soyad (*)

:     


E-Posta (*)

:     


Telefon (*)

:     


Faks (*)

:     


Geri Dönüş Tercihiniz

:    


Adres (*)

:     



İstenilen Bilgi / Belge (*)

:     


(*) Zorunlu alanların doldurulması gerekmektedir.



    “HEPİMİZ MEMURİYET HEVESİNE DÜŞERSEK, BİZİ KİM BESLER?”
    (31.07.2025 . 12:54:18) (Okuma: 167)

    1907’de İzmir’de Salih Zeki tarafından yayınlanmaya başlanan Osmanlı Ziraat ve Ticaret gazetesi genel olarak iki konuya odaklandı: Ziraat ve ticaret. İzmir’de yayın hayatına başlayan gazetenin yönetimi, ticaret ve ziraatın birbirinin ayrılmaz parçası olduğuna, birinin eksik olmasının diğerinin de nakıs olmasına yol açacağına inanıyor, bu yüzden ziraat konularının yanı sıra girişimci ruhun yansıması olan ticaretin yaygınlaşması için çabalıyordu. Ama yönetime göre, ilk yapılması gereken sorunun kökenini tespit etmek için doğru soruyu sormaktı. Doğru soru da “Biz niçin ticarete heves etmiyoruz?” idi. Bu soruya uzun bir yazı dizisiyle cevap arandı. Zaman zaman psikolojik arka planı irdelendi, zaman zaman ticaretin ne kadar kazanç sağlayan bir alan olduğunun farkında olunmadığının altı çizilip yapılması gerekenler hatırlatılırken, zaman zaman da ticaretin neden şerefli bir meslek olduğu ile İslam’ın ticarete verdiği değere vurgu yapıldı.

     

    Oğlum Paşa, Kızım Bey Hanımı Olacak”

    “Biz niçin ticarete heves etmiyoruz?” başlıklı kapsamlı yazı şöyle başlıyordu: “Dünyada ticaret kadar şerefli, ticaret kadar bereketli bir meslek tasavvur edilemez, ‘Ticaret; demir satıp altın kazanmaktır.’ Ticaretgâh olan yerler; daima mamur olur, ticaretle meşgul olan kavim, her vakit refah ve hal içinde bulunur. Bugün mamur ve abadan [bayındır] olan şehirlere bir göz gezdirilse esbab-ı mamuriyetin [bayındırlığın sebeplerinin] ticarette olduğu görülür. Zengin bir milletin sebeb-i terakkisi [ilerleme sebebi] araştırılsa yine ticaret meydana sürülür. Ticaret yalnız bir malı alıp satmaktan ibaret değildir. Burada ticareti umumi manasıyla alıyoruz. En küçük işçilikten en büyük fabrikalara varıncaya kadar; bütün sanatlar bir ticarettir. Hatta maksadı nokta-i nazarından ziraat de yine bir ticarettir. ‘Ziraat ticaretin ibtidası [başlangıcı], ticaret onun muktezisidir [gereğidir]’, hasılı ticaret en feyizli bir medar-i maişet [geçim kaynağı], en şerefli bir medar-ı saadet olduğu halde maatteessüf bizde layık olduğu hürmeti, müstahak bulunduğu rağbeti hakkıyla göremiyor, niçin? Zamanımıza kalırsa bunun sebebini terbiye-i fikriyemizde [fikri eğitimimizde] aramalıyız. Bir millet efradının ilk terbiye mektebi ana kucağıdır. Çocuklarımız henüz ana kucağında iyiyi kötüyü anlamaktan aciz bir halde iken ümmi valideler tarafından ‘Oğlum paşa olacak, kâtip olacak, kızım paşa familyası, bey hanımı, kâtip haremi olacaksın’ gibi sözlerle terbiye olunması, okşanması, mekteplerimizde ise ticarete teşvik yollu tedrisatta bulunulmamasıdır.

     

    Hatta kızlarını evlendirecek bazı cahil aileler tarafından sanat ve ticaretle meşgul erbab-ı gayretin talepleri (adi esnaf kalfası, adi bir tüccar parçası) gibi sözlerle ret olunduğu, bir iki yüz kuruş maaşla kâtiplerin onlara tercih edilmekte bulunduğu hâlâ görülmektedir. Küçüklükten beri bu suretle terbiye görmeğe alışan, göreneğe tabi olan gençlerimiz ibtidai [ilkokul], rüşdi (ortaokul), idadi (lise) mekteplerinde birer şahadetname alır almaz kendilerinde büyük bir iktidar ve meziyet görerek sanat ve ticareti hor ve hakir addeder [kabul eder] ve cümlesi memuriyete göz dikerler. Hele mekâtib-i âliyemizden [yüksek okullardan] mezun olan efendiler sanayi ve ticarete hiç tenezzül etmezler” (OZTG, 1908, 23 Şubat, s. 602).

     

    “Hz. Peygamberin Mesleği Ticaretti, İmam-I Azam Tacirdi”

    Makale yazarı açık şekilde daha bebek yaşta aileden alınan terbiyenin ticaret karşıtı olduğunu, çocukların bilinç altına memurluk hedefinin çeşitli sözlerle işlendiğini, bu sebepten erkeklerin hayallerini o dönemin gözde mesleği kâtipliğin, kızların hayallerini de memur ya da kâtip eşi olmanın süslediğini kaydediyordu. Bu yüzden de diploma, en büyük iktidar unsuru olarak görülüyor, ticaret ise küçümseniyordu. Düzenli maaş, belirsiz görülen ticaret gelirine tercih ediliyor, yeni nesil az ama garantili gelir anlayışına prangalı olmayı sosyal statünün başlangıç noktası kabul ediyordu.

     

    Elbette memuriyet şerefli bir görevdi ama… Âmâsını şöyle anlatıyordu yazar:

    “Vakıa devlet memuriyeti de iftihar olunacak bir hizmet, bir şereftir. Fakat devlet kendine lazım olduğu kadar memur yetiştirir, istihdam eder, hepimiz böyle memuriyet hevesine düşer ve ticareti terke dersek acaba bizi kim besler? Maksat, devlete bir hizmet ise bir çiftçi, bir sanatkâr, bir tacir mensup olduğu devlet ve millete bir memurdan daha ziyade hizmet edebilir. Ticaret erbabı, memleketin terakki-i servetine, tezayüd-i memuriyetine yardım eder. Hasılı bir tacir; bulunduğu aileyi, tüccar mensup olduğu milleti ihya eyler.

    Din-i mübinimiz de, her vakit bizi tarik-i ticarete [ticaret yoluna] sevk ve teşvik etmektedir. Ticaret evlerinin kapıları üstünde kemal-i tazimle [büyük bir hürmetle] asılan ve “Ticaret uğruna çalışanlar Cenab-ı Hakk’ın sevgilisidir” manasına olan “El-Kâsibu habibullah” hadis-i şerifinden daha kıymetli, daha büyük bir kelam-ı teşvik mi aranılır? Hazret-i Peygamber Efendimizin izhar-i nübüvvetinden [peygamberlik gelmeden] evvel meslek-i celil-i ticaretle [değerli ticaret mesleğiyle] iştigal buyurmaları ve İmam Azam Efendimizin büyük bir tacir olmaları bu mesleğin kutsiyetine, ulviyetine büyük birer delil değil midir?” (OZTG, 1908, 23 Şubat, s. 603).

     

    “Ticaret Beşikten İtibaren Zihinlere Yerleştirilmeli”

    Teşhisi doğru şekilde bir de makalenin yazarı koyuyor, ticaret ve ziraat sevdasına galebe çalan memur sevdasının dinde yeri olmadığını gösterip, ardından çareyi beşikten başlayan bir eğitime yani yeni bir zihin inşasına bağlıyordu:

    “Ticaretin şerefli, feyizli, mukaddes bir meslek olduğu beşikten beri çocuklarımızın fikirlerine yerleştirilmeli, mekâtib-i ibtidaiyeden mekatib-i âliyeye [ilkokuldan yüksek okula] kadar okutulan dersler arasında en ehemmiyetlilerini ziraat, ticaret, sanayi dersleri teşkil etmelidir. Saadet-i dünyeviye ve uhreviyeye [dünya ve ahiret mutluluğuna] dair cevami-i şerifede [camilerde] vaz ve nasihat eden ulama-yı kiram [saygıdeğer alimler] tarafından ümmeti ticarete teşvik eden mebâhis-i diniye [dini konular] her vakit tekrar olunmalı ve fıkh-ı şerifin [İslam hukukunun] muamelat [ticarî işlemler] kısmından da halka malumat verilmesi unutulmamalıdır. Çocuklarımıza bu suretle terbiye-i fikriye verilmeğe devam edildiği surette gençlerimizdeki meslek hayalinin biraz sonra meslek-i hakikiye [doğru mesleğe] tahavvül ettiği [dönüştüğünü] maalmemnuniye görülecek, o vakit; [Mutlak] Kudretin memleketimize bahşettiği istidad-ı fevkalâdeden hakkıyla istifade edilecektir” (OZTG, 1908, 1 Mart, s. 615).

     

    “Bir Mal Rağbetten Düşmüş, Diğer Malın Revacı Artmıştır”

    Yazarın en önemli tespiti ise çağın şartlarından ve gelişmelerinden uzak bir şekilde babadan kalma usul ve ürünlere “saplanıp kalarak” ticaret yapılmaya devam edilmesiydi. Bu, kendini kandırmaktan başka bir şey değildi. Zira, ancak okullarda öğrenilecek modern ziraat, ticaret ve sanayi bilgileriyle ihtiyaç duyulan kalkınma atılımı atılabilirdi:

    “Ufak tefek ticaretle iştigal edenlerimiz de malumat-ı fenniye [bilimsel bilgi] değil görenekten başka bir yenilik fikri dahi görülemez. Kırk elli sene evvel babasından, dedesinden gördüğü, öğrendiği ticareti takip etmek ister. Vaktiyle onun ticaretiyle meşgul olduğu mallar filhakika revaçta imiş ve ecdadına çok para kazandırmış ise de mürur-ı zamanla [zamanın geçmesiyle] şimdi o mallar rağbetten düşmüş yahut şimendiferler, vapurlar sayesinde ticaret iskelelerinin yaklaşması hasebiyle o malın ticaretiyle iştigal eden tüccarın adedi ziyadeleşmiş ve binaenaleyh sermaye nispetinde kâr getirmemeğe başlamıştır. Bir malın rağbetinden düşmesi yahut bir ticaretin körleşmesiyle bir memleketin ticaretinin azalması, o memleketin fakir kalması lazım gelmez. Öbür taraftan diğer bir malın revacı artmış, başka bir ticaret yolu açılmıştır. Bu yolları görürken ecdadım şu malın ticaretiyle zengin olmuş ben de bu ticarette sebat edeceğim diye inat etmek beyhudedir, usul-ı ticarete muhaliftir. Vakıa usul-i ticarette sebat, en birinci bir meziyettir. Fakat böyle çıkmaz yolda değil.

    Mesela Anadolu’da vaktiyle dokumacılık; revaçlı bir sanat olduğu zaman iplik, dokuma ticareti erbabına büyük bir servet bırakır iken şimdi ahalimizin Avrupa mallarına heves ve rağbet etmesi üzerine revaçtan düşmüştür. Sanayi-i dahiliyemizi ihya etmek bizim için büyük bir vazife ise de alem-i ticarette her şey arz ve talep kaidesine tabidir. Yani piyasada hangi mal daha ziyade istekli olur, aranırsa he taraftan piyasaya o mal gönderilmeğe başlar, piyasada o mal talepten az iken fiyat fırlar, bilakis talepten çok olursa fiyat düşer.

    Şu halde göreneğe tabi olarak eskiden iplik ticaretiyle meşgul olan umum tüccarın ve evladının mesleklerinde sebat edip durmaları kaide-i iktisada muvafık değildir. Hiç olmazsa evladını öbür tarafta daha ziyade revaç bulan mesela zahire un, deri, ipek, yün, yumurta, demir ve saire ticaretine süluk ettirmek kâr-ı akıldır. Vaktiyle Fransa bağlarının hastalıklı olduğu bir sırada uzümlerini şimdiki fiyatının üç beş misli bir bedelle satan bağcılarımızın hâlâ o zamanı beklemeleri ve şimdiki halde daha kârlı ziraat ve ticaret şubeleri gözlerinin önünde dururken hâlâ bağcılıkta ısrar etmeleri de bu kabildendir” (OZTG, 1908, 1 Mart, s. 616).

    Ticaret ile meşgul olunmamasına neden olarak “Sermayem yok, ticaret yapamam” bahanesin göstermesini ve bunun ardına sığınılmasını şiddetle eleştiriyordu. Yazara göre hiçbir milyarder büyük paralarla işe başlamış, azdan çoğu kazanmayı başarmış, adım adım gitmişti.

     

    “Sermayelerimizi, Akıllarımızı Birleştirmeliyiz”

    Makalede büyük işlerin büyük sermayeler ile yapılabileceği, bunun için çok ortaklı şirketler kurulduğu, bu şirketlerin çatısı altında büyük fikirlerle binlerce sermayedarın buluşup büyük ticaretler yaptığı anlatılıyordu: “Büyük işler, büyük sermayelerle yapılır. Büyük işler yapmak için bir zenginin sermayesi yetişmez, yetişse bile bir kişi bütün sermayesini bir işe hasr [ayırıp], tehlikeye vaz edemez [koyamaz], etmesi de muvafık değildir. Büyük sermayeler şirketler vasıtasıyla elde edilir. Teşkil olun bir şirkette birkaç yüz, yahut birkaç bin kişinin ufak sermayeleri, büyük fikirleri birleştirilir, büyük büyük ticaretler icra edilir. Büyük vapurlar, şimendiferler, fabrikalar, daha bir takım müessesat-ı azime [büyük kurumlar] hep şirkeler sayesinde vücuda gelmiştir. Biz de sermayelerimizi, akıllarımızı birleştirmeli, şirketler teşkil etmeli, memleketimizin menâbi- i servetinden [servet kaynaklarından] hakkıyla istifade eylemeliyiz.

    Bizde evvelce bazı ufak şirketler meydana gelmiş ise de maatteessüf emniyetsizlik, ahlaksızlık neticesi olarak mahvolup gitmiştir. Bazı mülhakatta küçük şirketler teşekkülüyle bazı ufak bakkaliye tüccarları ihrasına başlandığını maalmemnuniye haber alıyoruz. İşte bunlar şirket ve ticarete ahalimizce bir heves ve rağbet uyanmağa başladığını gösteriyor. Şu bir iki sene zarfında teşekkül eden İzmir ve molve? İktisat şirketlerinin teşebbüsleri şayan-ı takdirdir. Bunların tekessür ve taaddüdü [çoğalması] halinde ahalimizde günden güne büyük ticaret fikirleri uyanacak; yavaş yavaş memleketimiz ticareti terakkinin son kademelerine çıkmış olacaktır” (OZTG, 1908, 1 Mart, s. 617).

     

    “Gözü Açık Bir Çiftçi Olmak İçin 5-10 Sene Okumak Gerekir”

    Yazar Anadolu insanının neden en akıllı evladını ticarete yönlendirmediğini şu örnekle anlatıyordu: “Anadolu’da mesela üç oğlu bulunan bir zatın evladından en akıllısını kâtip ettiğini, kaba akıllısını bir sanata verdiği yahut bir alışverişin başına geçirdiği, en ahmakını da çiftçi yapmak istediği öğünülerek söylenir, adeta bir darb-ı mesel hükmüne geçmiştir. Halbuki orta halde bir kâtip olmak için yalnız okuyup yazmak kâfi iken mahir bir çiftçi, gözü açık bir tacir olmak için âlim olmak mütefennin olmak lazım geldiğini, hatta 5-10 sene mekteplerde birçok ilimler, fenler okumak iktiza ettiğini bilseler! Bilseler değil duysalar hayret ederler.

    Evet bugün dünyada 1500 okka ağırlığında bir öküz günde 30 okka süt veren bir inek olduğunu hatıra bile getirmezler usulünü bilmekle bir dönümden 8-10 lira para kazanıldığını söyleyene gülerler. Akıllı bir tacirin; sermayesini yüzde otuz faize veren bir muhtekirden ziyade para kazandığına akıl erdiremezler. Evet, bunlar tamamıyla hakikattir. Hepsi fen ve tecrübe sayesinde vücut bulmuştur. Çiftçi fennin gösterdiği usulleri tarlasına, hayvanata tatbik etmiş, maksadına vasıl olmuştur. Dediğimiz tacir sermayesini hüsn-i suretle idare etmiş, sattığı malı ilan ile dünyanın her köşesindeki adamlara tanıtmış, birçok müşteriler peyda etmiş, az kâra kanaat, çok satmaktan istifade ederek sermayesini bir sene içinde sekiz on defa ciro etmiş yani aktarmış bu suretle daha çok temettü va istifade görmüştür” (OZTG, 1908, 8 Mart, s. 646-647).

     

    “Memleketimizde İcra Edilecek Ne Kadar Çok Sanat ve Ticaret Bulunuyor”

    Makalede ticarete meyletmemenin asıl sebebi olarak bilgisiz gösteriliyor, bilgisiz olunduğu için bitkinin de hayvanın da nasıl yetiştirileceğinin bilinmediği aktarılıyordu:

    “Evvelki makalelerimizde ticarete heves etmediğimizin esbabından bir de göreneksizliğimiz, bilgisizliğimizdir demiştik. İşte, ticarete teşvik edilen gençlerimizin tayin-i meslek hususunda çektikleri müşkilat, tutacakları bir işi hakkında gösterdikleri cesaretsizlik, emniyetsizlik, hep bu bilgisizliğin neticesidir. İklimi, toprağı her nevi nebatat ve hayvanat yetiştirmeğe ve arazi-i vasiası [geniş arazisi] daha milyonlarca nüfus beslemeğe müsait, mevki-i coğrafisi itibariyle her türlü sanat ve ticaretin terakki ve tevessüüne son derece müstait olan Memâlik-i Şahane’de [Osmanlı İmparatorluğu’nda] icra edilecek sanat ve ticaret aramak ve bilahare bulamayıp boş oturmak, insanın akılsızlığına delalet etmez mi? Giydiğimiz elbiseden evlerimizde kullandığımız şeylere varıncaya kadar muhtaç olduğumuz bütün eşyayı memâlik-i ecnebiyeden [yabancı ülkelerden] celbettiğimiz düşünülür ve Avrupalılara kantarla, okka ile sattığımız pamukları, ipekleri, yünleri ve sair ham şeyleri imal olunduktan sonra yine onlardan arşınla, dirhemle satın aldığımız göz önüne getirilirse, memleketimizde icra edilecek ne kadar sanat ve ticaret bulunduğu ve evvelemirde hangilerinin meydana gelmesine ve ilerlemesine çalışmak lazım olduğu derhal anlaşılır.

    Memleketimiz bir ziraat memleketi olduğu için evvelemirde terakkiyatına en ziyade ehemmiyet verilecek sanayi ve ticaret; ziraat mahsulatı üzerine olan sanat ve ticaretlerdir. Doğrudan doğruya ziraata mensup sanatlardan sütçülük, peynircilik, tavukçuluk, konservecilik, değirmencilik, ipekçilik, fidancılık bugün Avrupa ve Amerika’da erbabına yüz binlerce liralar kazandırmakta iken her tarafında birçok geniş yaylaklara, otlaklara malik olan memleketimizin büyük ve kalabalık şehirlerinde hâlâ Rusya’nın, Amerika’nın ve daha bilmem nerenin karışık, hileli, muzırr-ı sıhhat [sağlığa zararlı] yağlarına muhtaç olmak, büyük çiftlikler, köyler civarında bulunan memleketler içinde okkası üç dört kuruşa olsun hilesiz süt bulamamak erbab-ı ziraat ve ticaretimiz için afv olunacak hatalardan mıdır?” (OZTG, 1908, 12 Mayıs, s. 711).

     

    “Yumurta ve Piliç Ticareti Yüzünden Milyoner Olanlar Az Değildir”

    Yazara göre hemen el atılması gereken alan ziraat sanatlarıydı. Bunların başında da sütçülük, değirmencilik ve tavukçuluk geliyordu. Sütçülük en kolayıydı ve şehirlerin civarındaki köyler vasıtasıyla anında yürürlüğe sokulabilirdi, ardından da diğer ziraî sanatlar geliyordu: “Büyük şehirler civarında birkaç kişinin iştirakiyle bir mera isticar etmek [kiralamak], orada istenildiği kadar inek, koyun beslemek, sütlerinden halis tere yağları, envaı yerli ve ecnebi peynirleri imal eylemek zor bir şey olmadığı gibi büyük fedakarlığa da muhtaç değildir. Bununla beraber hayvanatın beslenmesini erbab-ı ziraata terk ederek büyük köyler civarında bir süthane inşasıyla köylülerden ucuz bedelle süt satın alıp şehirlere sevk etmek ve fazlasından yağ ve peynir imal eylemek de mümkündür.

    Tavukçuluk; memleketimiz için pek büyük bir servet membaı teşkil edebilirken maatteessüf ahalimiz tarafından bu da imal edilmektedir. Dünyada sarf olunan ve miktarı milyarlara baliğ olan yumurta ve piliç ticareti yüzünden milyoner olanlar az değildir. Fransa hükümetinin yalnız tavukçuluk sanat ve ticareti yüzünden senevi 55-60 milyon frank varidat elde ettiği ve Amerika’da sırf tavukçulukla iştigal eden büyük bir çiftliğin altmış baytar istihdam eylediği ve dünyanın her tarafına yumurta, piliç göndermek için hususi şimendiferler, vapurlar inşa ettirdiği göz önüne getirilirse bunun ne kadar kârlı bir ticaret olduğu meydana çıkar. Uzağa gitmeğe ne hacet! Anadolu’nun Sivas, Konya içerilerine kadar yumurta toplamak için adamlar gönderen ticaret evlerinin bu uğurda yapacağı masarifi [masrafları] ve edeceği kârı düşünmek tavukçuluğun ehemmiyet ve kıymeti hakkında güzel bir fikir verebilir.” (OZTG, 1908, 12 Mayıs, s. 712).

     

    “Şimendifer Ücreti Çok Yüksek, Anadolu İstanbul’a Un Gönderemiyor”

    Salih Zeki ya da Edhem Nejad’ın kaleme almasının muhtemel olduğu makalede, değirmencilik yani un fabrikaları da istikbal vaat eden sektör olarak gösterilip, gençlerin zihinlerindeki para kazanma arzusuyla birleştiriliyordu:

    “Değirmencilik, un fabrikacılığı memleketimizde en ziyade ehemmiyet verilmeğe değerli, ilerlemeğe kabiliyetli olan bir sanattır. Memleketimiz içinde su kuvvetinden istifade edilebilecek birçok yerle bulunduğu malumdur. Bunlardan istifade çareleri henüz pek az yerlerde bazı kimseler tarafından düşünülmüştür. Buğday ambarı demek olan Anadolu kıt’a-i mübarekesine demir yolları ile merbut olan Dersaadet, İzmir gibi şehirlerde günden güne artan un sarfiyatının büyük bir kısmını Rusya, Romanya fabrikaları temin etmektedir. Bunun en birinci sebebi memleketimizde lüzumu kadar un fabrikası bulunmaması ve saniyen şimendifer ücretlerinin çok yüksek olmasıdır. Lüzum görülen yerlerde mükemmel un fabrikaları tesis edildiği halde hem öğütme ücretinin ve nakliye masrafının memleketimizde kalmış olacağı hem de memleketimizce Avrupa’nın içine alçı, talak gibi maden tuzları karıştırılmış unlarına ihtiyaç kalmayacağı tabiidir.

    Memalik-i şahane dahilinde un fabrikacılığı sanatında nispeten ileri giden memleketler; Selanik şehriyle Denizli, Antalya, Uşak kasabalarıdır. Selanik’te Alatini, Denizli’de Bandaz ve Pelu biraderlerinin un fabrikaları Avrupa ve Amerikakâri mükemmel makineler ile işlemektedir ki bunlar gibi daha birkaç yüz fabrikaya ihtiyacımız olduğu derkârdır.

    Böcekçilik sanatının ve ipek fabrikalarının memleketimizde ileri gitmesi için ne kadar çalışılsa azdır. Bu mübarek böcekler yüzünden senevi memleketimize giren yüz binlerce liraların milyonlara çıkarılması için ahalimizce ne kadar emek sarf edilse yeri vardır. Henüz şimendiferleri olmadığı cihetle mahsullerini harice sevk edemeyen içerideki vilayât-ı şahane [vilayetlerin] ahalisi için yükte hafif pahada ağır olan ipekçilik sanat ve ticaretinden daha kârlı, az masraflı bir şey olamaz. Bugün Diyarbekir ahalisi buna güzel bir misaldir. Diyarbekir’de ipekçilik sanatının saye-i Şâhâne’de seneden seneye süratle terakki etmesi takdir ve iftihara şayandır.

    Hasılı Memleketimizde yapılacak fabrikalar arazimizden çıkan ham eşyanın imaline mahsus olmalıdır. Adana, Aydın, Selanik vilayetlerinin nehir havzalarında külliyetli pamuk ziraat edilmektedir. Sarfiyatı günden güne artan bu kıymetli mahsul daha sair vilayetlerimizde hususiyle Halep, Elcezire taraflarında pek mükemmel yetiştirilebilir. Aydın ve Adana vilayetlerindeki çıkrık fabrikalarının teksiri ve diğer taraflarda yeniden tesisi ve münasip yerlerde ipek fabrikaları inşası halinde ne büyük kazanç temin edilebilir? Hele toprak ve havası mükemmel şeker pancarı yetiştirmeğe elverişli olan Menderes, Gediz, Seyhan, Ceyhan gibi nehirlerin havzalarında şirketler tarafından yapılacak şeker fabrikaları Avrupa şekerlerine rekabet edemez mi?” (OZTG, 1908, 12 Mayıs, s. 713).

     

    Bütün Sermayedarlar Birleşin!

    Ziraatta “ahaliye’ de, devlete de çok kazandıracak bir çok alan vardı, onlardan bazıları şunlardı:

    “Akdeniz havalisinde bulunan vilayetlerin ekser dağları milyonlarca delice zeytin ağaçlarını havi olduğu gibi her yerde birçok mümbit tepeler çıplak bir haldedir. Yabani zeytinlere yerlerinde aşı vurulup tımar edildiği ve çıplak tepelere yeniden zeytin fidanları dikildiği halde zeytin sıkmağa mahsus müteaddit fabrikalar inşasına lüzum görüleceği ve bu yüzden gerek ahalinin ve gerek Hazine-i Celile’nin her sene yüz binlerce lira istifade edeceği şüphesizdir. Bundan başka memleketimizin müsait yerlerine yapılacak urgan, keten, kumaş, ipek, sahtiyan fabrikaları büyük birer servet membaı teşkil edeceklerdir.

    Memleketimizde senevi sarfiyatı yüz binlerce liralık bir yekûn teşkil eden demir sabanlar ve sair küçük ziraat makineleri Amerika’dan ve Avrupa’nın muhtelif memleketlerinden ve Yunanistan’dan getirtilmektedir. Bunların imaline mahsus Dersaadet Selanik İzmir gibi şehirler civarında bir fabrika yapıldığı takdirde hem külliyetli para kazanılmış hem de memleketimizin arazisinin ve ahalimizin ihtiyacına göre sabanlar yapılmış olur. Hülasa memleketimizde ticaret için vasıtalar pek çok olup ancak sermayedarların birleşmeleri, bir işe teşebbüs edip sebat eylemeleri lazımdır” (OZTG, 1908, 12 Mayıs, s. 714).





Galeri

İstek, öneri, memnuniyet ve şikayetlerinizi belirtiniz.
Sektörel Sorun ve Çözüm Önerileri
Dijital Tarım Pazarı'na (DİTAP) nasıl üye olunur?


Tarım ve Orman Bakanlığı (Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanlığı)/Kamu Spotu-2